KABE’DE ÇOCUKLAR

KABE’DE  ÇOCUKLAR
KABE’DE  ÇOCUKLAR
KABE’DE  ÇOCUKLAR

KABE’DE  ÇOCUKLAR 

Kabe’yi ziyaret edenlerin dikkatine matuf  olmuştur.
1-    bir yöne eğilmiş.

2 -atfedilmiş, yöneltilmiş olmuştur.
Bizler tavaf ederken ebabil kuşlarıda eşlik ederler Kabenin etrafında cıvıldaşarak uçuşurlar, yanlız ca kuşlarmı çekirgeler Kabenin örtüsüne yapışırlar . Suphanallah aslında onlarda mevlayı zikrederler.
Harem alanına girdiğinizde meydanlar ise güvercinlerle doludur. Yem satanlar yem atanlar… Bir de çocuklar ve bebekler vardır annelerin sırtlarına sarılmış kimileri annelerinden kaybolma korkusuyla sımsıkı eteklerine yapışmış. Kabe’de namaz esnasında ağlayan çocuklar.. İmamın kıraatına en tiz perdeden karışan ve son selam ile kesiliveren acı feryatlarıyla bebekler ve çocuklar, Bebekler tavaf sırasında annelerinin sırtında, babalarının omuzlarında mışıl mışıl uyurken, anneleri namaza durdu mu koro halinde ağlamaya başlıyorlar… Annelerinin ilgisinin başka yere yönelmesi onları ağlatıyor, namaz bitip annelerinin kucağına dönünce de mutlu oluyorlar. İstisnasız her namazda böyledir…Anneler niye uzak yakın ülkelerden küçük çocuklarıyla gelirdi ki diye sorarız kendimize değilmi? O kadar yolculuk zahmeti, kısıtlı zaman… “Huşu bunun neresinde” gibi, “Yarım akılla tam yakarış olur mu” gibi düşünürken kendim gelir aklıma  çocuklarımı toplayıp gidişlerim beytullaha . Sizlerde geldiğinizde diyorsunuz değilmi sabahın köründe neden uyandırıp çocukları gelmişler ya halıların kimi zamanda mermerlerin üzerinde uyutmuşlar tam namazan ortasında uyanıp ağladıklarında çocuklarını  kucaklarına alan onlarla secdeye giden annelerden gözümüzü alamayız.
Öyle demeyin…bu mescit çocuksuz olmaz , burası Beytullah veya Mescidi Resulallah .Burası bir çocuk yüzünden var oldu deyince bir anda her şey anlam kazanır taşlar yerine otururdu. 
Oysaki  Kabenin hikayesinin bir çocukla başladığını hepimiz azda olsa biliyorduk
haremde gezinirken rehber hocalarda anlatır.
Zemzemin çıkış kıssasını ( hikayesini) Demek ki insanın bir noktada idrakinin açılması için uygun zaman gerekiyormuş. Binlerce defada olsa tekrar etmek ne kadar da güzel ve önemliymiş. Artık bizim için Kabe’de namaz, çocuklarla ve güvercinlerle daha anlamlı. Tavaf çocuklarla ve kuşlarla daha güzel. Dualar çocuklarla ve kuş gibi hafiflemiş yüreklerimizle daha dolu dolu. Yer yüzünün neresinde yardıma ihtiyacı olan bir Allah kulu varsa, gönlümüzün kıblesi Kabe’de yapılan dualar hepsine yetişir.
Bir çocuk, bir kadın  ve çocuklarını omuzlarında taşıyan babalarıda unutmamak lazım ..
Tüm hikaye bir çocuk ile başlamıştı. Çocuk ağlıyordu.
Açlık ve susuzluktan ağlıyordu. Feryadı taşlardan ve kayalık dağlardan başka görünürde hiçbir şeyin olmadığı kızgın çöle yayıldıkça annesinin yüreğine korlar düşüyordu.
Anne de aç ve susuzdu. Çaresizdi. Kimsesizdi. Fakat biliyordu ki sahipsiz değildi.
Sahibinin kim olduğunun O kadar farkındaydı. Feryat eden yavrusuna bir yudum su, bir yardım eli bulabilmek ümidiyle bir tepeden bir diğerine koşturup uzaklarda bir ümit ışığı bulmaya çalışıyordu.
İbrâhîm -aleyhisselâm 
Hacer vâlidemizi ve henüz onun emzirmekte olduğu İsmâîl -aleyhisselâm-’ı Mekke’ye götürdü. İleride fışkıracak olan «zemzem» kuyu­sunun yanında bir ağacın altına bıraktı. Yanlarına içi hurma dolu bir sepet ve içi su dolu bir testi koydu. Sonra geriye döndü. Hacer vâlidemiz arkasından seslendi:
Bizi buraya bırakmanı Allâh mı emretti?
İbrâhîm  aleyhisselâm :

Evet! diye cevap verdi.
Hacer vâlidemiz büyük bir tevekkül ve teslîmiyetle:
Öyleyse Rabbim bizi korur! Zâyî etmez! dedi. İsmâîl aleyhisselâm-’ın yanına döndü.

Hacer vâlidemiz ve İsmâîl aleyhisselâm- gözden kaybolunca İbrâhîm aleyhisselâm ellerini açtı ve şöylece Rabbine yalvardı:

رَّبَّنَا إِنِّي أَسْكَنتُ مِن ذُرِّيَّتِي بِوَادٍ غَيْرِ ذِي زَرْعٍ عِندَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِ رَبَّنَا لِيُقِيمُواْ الصَّلاَةَ فَاجْعَلْ أَفْئِدَةً مِّنَ النَّاسِ تَهْوِي إِلَيْهِمْ وَارْزُقْهُم مِّنَ الثَّمَرَاتِ لَعَلَّهُمْ يَشْكُرُونَ
Rabbena inni eskentu min zurriyyeti bi vadin gayri zi zer'ın inde beytilkel muharremi rabbena li yukimus salate fec'al ef'ideten minen nasi tehvi ileyhim verzukhum mines semerati leallehum yeşkurun.

Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını Sen’in Beyt-i Harem’inin (Kâbe’nin) yanında ziraat yapılmayan bir vâ­diye yerleştirdim. Artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki, bu nîmetlere şükrederler. 
(İbrâhîm suresi 37. Ayet )
 “Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap! Halkından Allâh’a ve âhiret gününe inananları çeşitli meyvelerle rızıklandır!”
Hz İbrâhîm’in duâsını kabûl eden Allâh cc İbrâhîm -aleyhisselâmın yapmış olduğu duâyı kabûl etti. Bu duâ vesîlesiyledir ki, hac ve umre yapan mü’minlerin gönülleri bu beldeye karşı muhabbetle dolmakta ve rûhlar da, huzûr ve sükûna kavuşmaktadır. Bu belde-i tay­yibe, bereket olarak da hurmanın ve diğer meyvelerin çeşitleri ile dolup taşmaktadır.

Ayrıca İbrâhîm aleyhisselâm’ın bu niyâzı, oradan “zemzem” suyunun çık­masına da vesîle olmuştur.
İbrâhîm aleyhisselâm’ın getirdiği bir testi su bitmişti. Hacer vâlidemiz Safâ ve Merve tepeleri üzerinde yedi sefer koştu. Bu iki tepe arası dörtyüz metre kadar­dır. Hacer vâlidemiz bir taraftan koşuyor, bir taraftan da Hazreti İsmâîl’e bakı­yordu. Orada değil bir insan, uçan bir kuş dahî yoktu. Hiçbir yerde hayat belirtisi gözükmüyordu. Hacer vâlidemiz, Merve tepesi üzerinde iken:
“Sus ve iyice dinle!” diye bir ses işitti. Bu Cebrâîl’in sesi idi. Hacer vâlidemiz hemen sesin geldiği tarafa döndü. Cebrâîl -aleyhisselâm- devamla:
“Siz herşeye kâdir olana emânetsiniz! Sakın mahvoluruz diye korkma! İşte şurası Beytullâh’ın yeri. O beyti şu çocukla babası yapacaklardır. Allâh -celle celâ­lühû- bu beytin sâhibini zâyî etmez!” dedi.
Hacer vâlidemiz bu hitâb üzerine oğlu İsmâîl’in yanına gitti. Gördü ki, İsmâîl aleyhisselâm-’ın ayağının dibinden su fışkırıyordu. Büyük bir sevinç içerisinde Rabbine şükretti. Bitecek korkusu ile kumdan bir havuz yaptı. Suya da “Dur, dur!” mânâsına gelen “Zum zemzem dedi.

Rasûlullâh ( sav ) şöyle buyurmuştur:
Allâh, İsmâîl’in annesi Hacer’e rahmet eylesin! Eğer o zemzemi kendi hâline bırakıp suyun etrafını çevirmeseydi muhakkak ki zemzem, devamlı akan bir kaynak olurdu.
 (Buhârî, Enbiyâ, 9)
Bir tevekkül ve teslîmiyetin semeresi olarak fışkıran bu su, kıyâmete kadar ümmete şifâ olarak devâm edecektir.
Böylece İbrâhîm aleyhisselâm ve Hacer vâlidemiz, teslîmiyetlerinin netîce­sinde büyük bir bereket elde etmiş oldular. Ayrıca bu bereketin diğer bir tezâhürü de, Hacer vâlidemizin “Safâ ile Merve” arasında yapmış olduğu “sa’y”in kıyâmete kadar yapılacak bütün hac ve umre ibâdetlerinde bir rükün olarak devâm etmesidir.
Ana-oğul, kurak ve ıssız olan bu beldede hayatlarına devâm ediyorlardı. Oradan geçen Cürhüm kabîlesi, bir kuşun sürekli bir yere doğru indiğini ve sonra tekrar havalandığını gördü. Bunun bir hayat emâresi olabileceğini düşünerek oraya iki kişi gönderdiler. Gelenler zemzem suyunu görünce, Hacer vâlidemizden:
Buraya yerleşebilir miyiz?diye izin istediler.
Hacer vâlidemiz, “suya mülkiyet iddiâ etmemek” şartı ile izin verdi. Böylece Mekke’ye ilk yerleşen kabîle, Cürhümîler oldu.
Rabbim ellerimizde o minik ellerle , kucağımızda omuzlarımızda çocuklarımızla Beytini ziyareti , sefa ve mervede Hacer olmayı cümlemize nasip etsin.
KABENİN KOMŞUSU