METAFİZİK VE FİZİK OLAYLARINA NASIL BAKMALI

METAFİZİK VE FİZİK OLAYLARINA NASIL BAKMALI
METAFİZİK VE FİZİK OLAYLARINA NASIL BAKMALI
METAFİZİK VE FİZİK OLAYLARINA NASIL BAKMALI
METAFİZİK VE FİZİK OLAYLARINA NASIL BAKMALI
METAFİZİK VE FİZİK OLAYLARINA NASIL BAKMALI
METAFİZİK VE FİZİK OLAYLARINA NASIL BAKMALI
METAFİZİK VE FİZİK OLAYLARINA NASIL BAKMALI
METAFİZİK VE FİZİK OLAYLARINA NASIL BAKMALI

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Orhan Yalçın Bey'le fizik ve metafizik konusunda çok önemli bilgiler edindiğimiz, güzel bir röportaj yaptık.

 

G. KUZU: Sayın hocam fizik ve metafizik kavramlarını sık duyuyoruz. Fizik ile metafizik ilişkili mi diye sorsak nasıl açıklamak gerekir?

 

O. YALÇIN: Öncelikle bu terimlerin tanımlanması gerekir. Fizik, maddeyi, enerjiyi ve madde-enerji arasındaki ilişkisini inceleyen bilim olarak tanımlamak gerekir. Bunlar incelenirken maddenin uzay-zaman boyunca hareketi ve kuvvetlerin varlığını dikkate alınır. Metafizik ise fizik ötesi, doğaötesi, fizik ötesi sebepler ve bilginin ilkelerini ve varlığı araştıran felsefe disiplini şeklinde felsefe terimi olarak tanımlanır.

 

Daha ileri bir bakış olarak Fizik, duyu organlarıyla tanımlayıp algılanan herşeyi anlama bilimi olarak ta görülebilir. Burada duyu organlarından maksat dış duyular olarak işitmek, koku almak, tat almak ve hissetmek düşünülmelidir. Bir de iç duyular vardır ki; iç duyular olarak hayal, vehim, hıfz, tefekkür ve hiss-i müşterek düşünülmelidir. Günümüzde dış duyu organları genel kabul görmüştür. Ancak iç duyu organları ise daha çok doğu medeniyetlerince kabul görmüş ancak son yıllarda batılılar tarafından da kabul görmeye başlanmıştır. Batılıların bu noksanlığı onların metafizik olguyu algılayamamaları veya bilimsel veri şekline dönüştükten sonra kabul etmeleri şeklinde de yorumlanabilir, anlayıp işlerine, medeniyetlerine göre görmezden gelme şeklinde de yorumlanabilir.        

 

Günümüzde bile metafizik daha çok fizik bilimi ile açıklanamayan şeklinde düşünülüyor. Çünkü tanımında fizik ötesi, doğa ötesi ifadesi yer alıyor. Ancak bu tanım son asırda anlamını yitirdi. Güncellenmesi gerekir. 

 

Fizik ile metafizik arasındaki ilişkiyi fizik biliminden bir örnekle açıklamak doğru olacaktır. Işık çok sayıda ışık taneciklerinden oluşur. Işık taneciklerinin her birine foton denir. Fotonu bir enerji olarak, ışığı da enerji hamuru olarak düşünmek yanlış olmaz. 

 

Bir ışık tanesi (foton) yeterli enerjiye sahip olduğunda elektron-pozitron parçacıklarına dönüşebilir. Bu durum enerjinin maddeye dönüşmesi olarak bilinir. Bu olayın tersi de doğrudur. Yani elektron ve pozitron uygun şartlarda birleşerek enerji açığa çıkararak ışık yayabilir. Böylece madde de enerjiye dönüşmüş olur. Bu durum fizik tanımı içerisinde yer alsa da bilinmeyen bir durumda enerji hamuru maddeye dönüştüğünde ve böyle bir ortamda metafizik-fizik geçişi olmuş denmesi yanlış olmaz. 

 

Evrenin oluşum sürecinde yoğun bir madde hamurundan bahsedilir. Bundan öncesine dair bilim pek bir şey bilmemektedir, çünkü elinde veri yoktur. Ancak şundan emin olmalıyız ki herhangi bir durum olsun veya olmasın evren olmadan önceki durumlar hakkında bilgi sahibi olunmaması olmadığına delil değildir. Böyle durumlara da metafizik denilebilir. Ayrıca varlığından haberdar olup ta bilimsel olarak açıklanamayan mevcutlar da metafizik olarak düşünülmesi gerekir. 

 

Sonuç olarak fizik ile açıklanamayan mevcut varlığı veya bilinmeyen şeylere metafizik olarak bakılabilir. Böyle durumlar fizik evrenin belki de çok daha ötesi ve öncesindedir. Günümüzde çok sayıdaki bilimsel çalışmalar batıdan ithal edildiği için kültürleri de beraberinde geliyor. Batının bütün bilimini almak görevimizdir ancak yorumu, bilimin gösterip işaret ettiği ve nakşettiği gösteriyi perdelemememiz gerekir. Bunun tam anlamı batının bilime aklı başında bir libas giydirmektir. Bunu batı yapamaz, çünkü metafizikten yoksundur. 

 

G. KUZU: Fizik-Metafizik tanımlaması doğrudan batı tarafından mı alınmalı, yoksa doğu medeniyetinde de bir tanımlama var mıdır? Nasıl anlamalıyız?

 

O. YALÇIN: Günümüzde özellikle bilimsel tanımlamanın çok büyük kısmı batı tarafından yapılmıştır, diğerleri de buradan almaktadır. Alırken medeniyetler kendilerine göre güncelleme yapmadıklarından medeniyetler ya kaybolmakta veya batıyı taklitten öteye geçememektedir. Japon medeniyeti yok olmak üzeredir. Hint ve Çin medeniyeti direniyor ama karar verme aşamasındalar. Türkiye ise zaten Avrupa Birliği’ne (AB) girme iradesi sergiliyor. Türkiye’nin AB’ye girme iradesi doğrudur ve destekliyorum. Ancak biz, biz olarak girmeliyiz. Tanımlamaların tamamı bize ait olmalı ve bizim medeniyet köklerimizle girmeliyiz. Fizik-metafizik tanımlamaları da batının tanımladığı kadardır. 

 

Ancak bu ölçek dışına çıkıldığında doğu medeniyetlerinde metafizik terimlerin kökleri çok daha derinlerde olduğu görülür. Bu köklerin gün yüzüne çıkarılamaması akademik anlamda bilimsel çalışmalar yapılamamasından kaynaklanmaktadır.   

 

G. KUZU: Yeni bir fizik-metafizik tanımlaması yapmak gerekirse bu nasıl olmalıdır?

 

O. YALÇIN: Önce bilim yeniden tanımlanmalıdır. Bilim, bilen ile bilinen arasındaki her şeydir. Fizik ise bilen ile bilinen arasındaki madde, enerji, madde-enerji arasındaki ilişkilerin yanında geneldekilerle olan ilişkileri de inceleyen bilimdir. 

 

Metafizik tanımı ise bilimsel olarak açıklanamayan olaylar bütünü olarak tanımlanmalıdır. Buna göre beş ilahi mertebe (hazarat-ı hams-i ilahiye) olarak düşünmek en doğru olanı olacaktır. Bu tanımlama Muhyiddin İbnü'l-Arabî tarafından yapılmış ve en uygun olanı da budur. Âlem-i gayb, âlem-i ceberut, âlem-i melekût, âlem-i şehâdet ve insanlar âlemi. Genel olarak Âlem-i gayb metafizik, âlem-i şehâdet ise fizik olarak düşünülüyor. Ancak fizik le açıklanmayan olayların metafizik olarak düşünülmesi en doğru olandır. 

 

G. KUZU: Fizik-metafizik ilişkisi insanoğlunun yararına-zararına mıdır?

 

O. YALÇIN: Bilgi ne kadar geniş, kapsamlı ve bütün şeklinde ele alınırsa o derece insanlığın yararına olur. Bugünkü bilim bir şeyin kesitini alıp yorumlamaktan ibarettir. Oysa bilim bilen ile bilinen arasındaki herşeyi kapsaması olması gerektiğinden daha kuşatıcıdır. Bu nedenle fizik-metafizik ilişkisi kesinlikle insanlığın yararınadır. Ancak metafizikten maksat safsata, uydurma, olması mümkün olmayan şeyler olarak düşünüyor ve anlaşılıyor ise bunu kast etmiyoruz. Metafizik olayı ikiye ayırmak gerekir. Birincisi olması mümkün olanlar, diğeri ise olması mümkün olmayanlar. Olması mümkün olmayan metafizik olaylar hakkında fikir yürütmeye şimdilik gerek yoktur. Ancak olması mümkün olan ve fizik âlem ile ilişkili olan metafizik olaylar insanlığın çok yararınadır. Zira insanın başıboş olmaması gerektiğinin ve başıboş bırakılmamasını gerekçesi burada yatar. Çünkü insan, çok kıymetli ancak ölümlü bir canlıdır. Bu kadar kıymetli bir canlının ölümle/sonlu olması daha ileri bir yolculuğa devam etmesini gerektirir.  

 

G. KUZU: İnsanoğlu bu durumu yönetiyor mu?

O. YALÇIN: Maalesef insanoğlu bunu çok kısıtlı ve dar çerçevede yönetiyor. Özellikle yönetilen bu kısımlar batı tarafından dezenformasyon ve bozulmak istenmektedir. Batılı oryantalistlerin büyük kısmı bu çerçeveye girer. Bu durumu yönetenler büyük başarı sağlarlar. Beklenmedik durumda ortaya çıkan olaylar beklenmedik şekilde yönetilirse ray değiştirmekte mümkün olur. 

 

G. KUZU: Hocam, metafizik denilince insanların aklına genellikle melek, cin gibi akıllı varlıkların insan dünyasına müdahalesi geliyor. Bu ne kadar doğru?

 

O. YALÇIN: Yukarıda ifade etiğimiz üzere, bugün hemen hemen bütün dünyada batı düşünce sistemi ve felsefesi hâkimdir. Buna göre varlık kavramı sadece duyular yoluyla algılanabilenleri konu edinmektedir. Oysa bu yanlıştır, sadece duyular değil duyular yoluyla algılanamayan varlıkları da kuşatan bir varlık kavramı doğru olandır. Zira insan kısıtlı bir duyular sistemine sahip canlıdır. Batı felsefe ve düşünce siteminde melek ve cinler yer almaz. Oysa doğu düşünce sisteminde melek, cin ve insanlar akıl sahipleri olup varlık âleminde yer alır. Her iki düşünce sistemine göre de melek ve cinler metafizik âlemde düşünülebilir. Melek ve cinler bizim inancımız gereği bildiğimiz varlıklardır. Bu iki varlıkta insanlar gibi akıl sahibi olması nedeniyle insan dünyasıyla ilişkili olması düşünülebilir. Bu ilişki ne ölçekte olduğu uzmanlık alanı gerektirir. 

 

Şunu hatırlamakta yarar vardır. Şimdilerde metafizik âlemin varlığına başka bir bakış olarak metaverse örnek verilebilir. Üç boyutlu sanal evren olarak bilinen metaverse internet ve artırılmış gerçeklikle gerçekleştirilen bir yerdir. Böyle bir yerin fizik evren olarak görülmesi doğru değildir. Ancak fizik evrenin metafizik evrene evirilmesi olarak ta görülebilir. Eğer böyle bir âlem kabul edilirse melek ve cin gibi varlıkların insanlar ile ilişkili olabileceğini düşünmek yanlış olmaz.  

 

Elektrik, keşfedilene kadar insanlık için metafizik bir olay gibi düşünülebilir. Keşfedildikten sonra ise fizik evrende olduğunu düşünmek doğrudur. Böyle bir bakış değişimi insanlığın ilerlemesi veya evren tasavvuru ile ilgilidir. Melek ve cinleri bir pencereden böyle de düşünmek olasıdır. Bu olasılık gerçekleşiyor ise müdahalenin olabilmesini de düşünmek gerekir. Varlık âlemini bilimsel veya batı felsefesine göre düşünmek parçalıyken doğu gelenek ve medeniyetine göre daha bütünsel görünür. Fizik ve metafizik âlemlerini bütüncül ontolojide birleşik düşünen aşkın bir ufuk olarak görmek gerekir. Böyle bir ufuk bilişsel düzleme indirgenmemelidir. 

 

G. KUZU: Nazar metafizik bir olay mıdır? Tüm insanlığın bildiği, inkâr edemediği, tam olarak bilgi sahibi olamadığı bir konu olarak gizemini koruyor. Bu konuya nasıl bakmalı? 

 

O. YALÇIN: Nazar değmesi olayı aslında ‘göz değmesi’ olarak bilinir. Göz bir organ olup fonksiyonunu ışık vasıtasıyla gerçekleştirir. Işık ise fizik evrenin bir olayı olduğu kadar metafizik evrenin de bir parçasıdır. Ancak kuantum keşfedildikten sonra tamamen fizik evrenin bir olayı şeklinde kabul edilmiştir. Göz değmesi olarak bilinen nazar, önceleri metafizik olarak nitelendirilse de günümüzde çok büyük oranda fizik âlemin bir olayıdır. Eskiler ne demişler ‘göz kalbin aynasıdır’ diye. Buna göre göz kalpte olanı ele verir. Birde beşeri aşk olayı denen hadiseyi bu pencereden görmek gerekir. İki göz temas haline geldiğinde gerçekleşen bir olay olan aşk, gözlerin teması olmaması durumunda aşk gerçekleşmez. Bu neden gözlerin “haramdan korunması” çok manidardır. Zira nazar da böyle bir olaydır. Görme olayı cisimden göze gelen ışık ile gerçekleşir. Bir gözden çıkan ışıklar başka bir insana çevrildiğinde aslında o insan “göz hapsine” alınmış olur. Bakışlardan ve gözlerden rahatsızlık kişinin yanlış yapmasına kadar gider. Böyle bir etkiyi nazar olarak görmek yanlış olmaz. Nazar (göz değmesi), 'batıl' bir olgu değil, ışık ve göz ilişkisi ile açıklanabilen bir kuantum olayıdır. 

 

Kuantumun keşfinden sonra gizeminin kaldığı söylenemez. Işıkla ilgili her şey artık biliniyor. Göz değmesi de ışıklı bir ortamda olacağından artık gizemi kalmamıştır. Işık ta bir elektromanyetik dalga olduğu için hakkında en ince ayrıntısına kadar bilgi sahibi olunabilecek bir durumdur. Gözden yayılan ışık her insanda farklı enerjilerde olacağından bazılarında yüksek enerjili olabilir. Bu durumda karşı tarafı etkilemek daha kuvvetli olacaktır. Aslında böyle bir durum bireylerin kendilerinin karşı tarafa nazar olarak bakmasıyla tecrübe edilebilir. Ancak böyle bir durumun tasvip edildiğini söyleyemem.

 

G. KUZU: Hocam telekinezi konusu da metafiziğe dâhil midir?

 

O. YALÇIN: Amerika Birleşik Devletleri başkanının resmî çalışma alanı olan oval ofis elips şeklindedir. Her elips şeklinin iki odak noktası olur. Birinde konuşulan her şey diğerinde olduğu gibi işitilir. Yıllarca oval ofiste bazı bilgilerin istihbarat şeklinde çalındığı ofisin oval şeklinde olmasından kaynaklandığı tespit edilmiştir. Bundan sonra ofisin odak noktalarında aynı anda insanlar olmayacak şekilde yeniden düzenlenmiştir. Telekinezi eğer bu şekilde düşünülürse fizik alanı içerisine girer. Kaşık eğmek gibi dokunmadan eğme olayı daha çok göz yanılmasıyla ilgili bir durum olarak düşünmek gerektiğini söyleyebilirim.

 

Telepati olayı da bu çerçevede düşünülebilir. Telepati ve telekinezi aslında metafizik olay olarak ele alınmıştı yıllarca. Son çeyrek asırdır morfik rezonans ve eş-zamanlılık gibi olayların fizik ölçeğinde olabileceği konusunda ciddi çalışmalar yapıldı. Her ne kadar bu durumun bilim olup olmadığı tartışıladururken bu konuda uzman akademisyenler yetişti.   

 

G. KUZU: Hocam pranayla telsiz, telefon, radyo sinyalleri de yayınlanıyor. Bu konuda ne dersiniz?

 

O. YALÇIN: Evren, o kadar geniş ki geceleri aydınlık olmuyor. Ancak aydınlık olmamasının bir nedeni de yeteri kadar dolu olmaması ve yıldızların ışıklarının Dünya’ya ulaşmamasıdır. Buradan şu sonuca varmak doğrudur. Evren ne kadar büyük olursa olsun sonlu büyüklükte bir yerdir. Bu evrenin devamlılığının sürdürülebilmesi için belli bir kuvvet ile dengede ve belli bir periyodik duran dalgalarla açıklanabilecek sistemin içerisinde olmasını gerektirir. Böyle bir kuvvet ve dalgalanma içerisinde evrende bir de enerji karşılığı olarak düşünmek gerekir. Prana denilen enerji bununla ilgili olduğu söylenebilir, ancak bunu bilimsel çerçevede diye ifade etmek güçtür. Ancak olayları doğru, hayr ve güzele yorumlamak iyi olandır. Olaylar, çevre ve evren güzel görülüp güzel yorumlandığında insan da güzel düşünür. Güzel düşünen insan mutlu olur.  

 

Kablosuz iletişim artık gündelik hayatta ve tamamen bilimsel çerçevede ilerlemektedir. Bir yerdeki ses ve görüntüler hava ortamında elektromanyetik dalgaya çevrilip, hava zerreciklerince iletilir ve alıcı ile yeniden ses ve görüntüye çevrilerek işlemektedir. Eğer pranadan maksat bu ise bu tamamen bilimsel fizik dünyasındaki bir olaydır. Asırlar öncesinde böyle bir olayı birileri metafizik olarak ifade etmiş olabilir, ancak günümüzde fizik olaydır. 

 

Burada şunu ifade etmek gerekir. Bilinen ve bilinmeyen evren için metafizik ve fizik âlemlerle doldurulmuş olduğu ifade edilirse, kablosuz iletişimin sağlayıcıları olan hava zerrelerin maddi evrenin (fizik) tablacısı hükmündedir. Dolayısıyla evren büyük bir insandır denilebilir. Benzer şekilde insan için de küçük bir evren denilebilir. 

 

G. KUZU: Eğer evren büyük bir insan, insan da küçük bir evren ise evrendeki zerre (prana) karşılığı insanda nedir?

 

O. YALÇIN: Hava zerrelerini evrenin en küçük tablacıları olarak ifade ettik. İnsan da madde olarak en küçük hücre ve atomlardan oluşmuştur. Bunlar da evren içinde oluğundan soruya başka türlü cevap vermek gerekir. İnsan düşünen bir varlıktır. Meleklerde öyle ama onların tekâmül özellikleri yoktur. Cinler ise insan gibi tekâmül özelliği olan varlıklardır. Melek ve cinleri metafizik çerçevede ele alıyoruz. 

 

Evrenin insanındaki karşılığı zerre, atom ve hücre madde olarak düşünülebilir. Ancak İnsanı evren olarak tasavvur ettiğimizde insanın tablacısı nefsi ve nefsinde takılı duran enaniyetidir. İnsanı yönlendiren, hayat boyu yol almasında kadar merci enaniyetidir.  

 

G. KUZU: Peki enaniyetin metafizik ve fizik boyutuna nasıl bakacağız?

 

O. YALÇIN: Özellikle batılılar benlik/egoizm terimlerini kabul etseler bile metafizik kavramlara mesafeliler ve onlar için 'yok' hükmündedir. Bu nedene metafizik olayların olmadığı yönünde kuvvetli bir bağları vardır. 

 

Bunun bilinen yönlerinden başka bir tarafa bakmak gerektiğini düşünüyorum. Metafizik âlem, görünmeyen, bilinmeyen ve bilimsel yolla ispatlanamayan gibi anlamlara gelir. Bizim literatürümüzde bu anlamlara gelen bir başka terim daha vardır: 'gayb' âlimi. Gayb, terim olarak, 'görünmeyen, gözden kaybolan, gizli olan ve uzaklaşmak' gibi anlamlarına karşılık gelir. Bu nedenle 'gayb' ile 'metafizik' terimleri birbirleri yerine farklı kültürlerde kullanılıyor olabilir.

 

Batılılar çok ileriyi planlayıp özellikle kendi kültürlerinin eksikliklerini kabul etmedikleri için başka kültürlere savaş açarlar. Şöyleki, batılıların gayb ve metafizik terimlerine uzak durmaları, savaş açmaları tesadüf, rasgele veya 'bilimsel olmadığı' için değildir. Bizim medeniyetimizde 'gayb' teriminin kapsadığı ve genel kabul gören karşılık; Allah (cc)’a, Meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, Ahiret Gününe ve Kader/Kaza, hay ve şerrin Allah (cc)’tan geldiğine inanmak şeklindedir. Evet, gayb teriminin bu karşılığı imanın altı şartına karşılık gelir. İşte batının gayb âlemine ve metafizik terimlerine karşı çıkmasının arkasında yatan gerçek nedenlerden birisi de budur.   

 

G. KUZU: Küçük çocukların bir yerleri acıdığında anneleri öptüğünde rahatlar, susarlar. Bilim adamları gerçekten de annenin öpmesinin iyileştirici enerji verdiğini bulmuşlar. Bu konuya nasıl bakmalıdır?

 

O. YALÇIN: Anneler şefkat abidesidir ve karşılıksız sevginin en üst düzeyindedirler. Her anne ve baba evladının iyi olmasını ve kendisini fersah fersah geçmesini ister. Başka hiç kimse, başka birinin kendisini geçmesini istemez. Böyle bir şefkat ile evladının acısını gönlünün en derinlerinde yaşayan anne her iyiliğe tablacılık edebilir. Anne evladına her zaman en iyi olsun tarzında bir yaklaşım gösterir. Bu nedenle annenin her yaklaşımı evladın hayrınadır. 

 

G. KUZU: Sayın hocam, bir de insanlar arasında bir bağ var; mesela anne çocuk arasında. Anne çok uzakta da olsa çocuğuyla ilgili durumları hissediyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

 

O. YALÇIN: Bu durum morfik rezonans şeklinde de açıklanabilir, annelerin altıncı hisleri çok kuvvetli olmasına da bağlanabilir. Ayrıca hiçbir anne evladını kalben ayırmaz. Her zaman onu düşünür. Bizim kültürümüzde hiss-i kabl-el vuku şeklinde de bu olaya bakmak gerekir. İletişimi hiçbir zaman kesmeyen anne olgusu sadece evladından maddeten ayrı kalabilir. Bedenen evladından ayrı kalsa da her dem evladını düşünüyor.