HAYIRLI EVLAT SADAKA-İ CARİYEDİR

HAYIRLI EVLAT  SADAKA-İ CARİYEDİR

HAYIRLI EVLAT  SADAKA-İ CARİYEDİR

Bir Müslüman'ın öldükten sonra da amel defterinin açık olmasına vesile olan ve sevapların amel defterine yazılmasını mümkün kılan "sadaka-i cariye" Hz. Peygamber tarafından da çok sık dile getirilmiştir. Sadaka-i cariye Müslüman'ın maddi durumuna göre Allah yolunda harcadığı her şeyi kapsar.
 Hayırlı bir evlat bırakmak da sadaka-i cariye kabul edilir, insanlığa faydalı bir kitap bırakmak da sadaka-i cariyedir. Bir camii inşaatı için cüzi miktarda bağış yapmak bile sadaka-i cariye kabul edilir. Bir çeşme için bir parça toprağı bağışlamak da sadaka-i cariyedir.
 Maddi durumu elverişli olmayan bir kimse vefat ettikten sonra hayırlı evlatlar ve kendisi için dua eden aile fertleri bırakmışsa bu da sadaka-i cariye olabilmektedir. Ölenin ailesi ve evlatları, ölmüşleri için dua eder, af ve mağfiret dilerlerse bu da sadaka-i cariyedir. Ölmüş aile fertleri ya da kimseler için dua etmek, istiğfarda bulunmak, onların ruhları için Kuran okumak ya da okutmak da sadaka-i cariye kapsamında sayılmaktadır.

Ebû Hüreyre radıyallâhu anh-’tan rivayet edildiğine göre Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir:
–Sadaka-i câriye,
–Kendisinden istifade edilen ilim,
–Arkasından duâ eden hayırlı evlât.” (Müslim, Vasiyyet, 14) Zira evlâtlar, önlerindeki anne babaya göre şekil alır, onların nasihatleriyle şahsiyetlerini ikmâl ederler.
Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in;
“Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzere (temiz ve günahsız olarak, tevhîde meyilli bir şekilde) doğar. Sonra anne-babası onu (kendi inançlarına göre) yahudî, hristiyan veya mecûsî yapar.”hadîs-i şerîfi de, bu hakîkati bâriz bir sûrette hulâsa etmektedir.
Dolayısıyla evlâtlarımıza güzel örnek olmak, onların ahlâkî gelişimi için şarttır. Meselâ bir anne-baba, söz ve hareketlerinde dâimâ merhametle hareket ederse, çocuğun gönlünde merhamet inkişâf eder. Doğru sözlü olurlarsa, çocuk da dürüstlüğü öğrenir. Aksi takdirde yalan üzerine kurulu bir hayatı normal karşılar. Nitekim Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem “Gel, sana bir şey vereceğim!” diye çocuğunu çağıran Abdullah bin Âmir’in annesine, gerçekten bir şey verip vermeyeceğini sormuştu. Hurma vereceğini duyunca da; “Aman dikkat et! Eğer ona bir şey vermemiş olsaydın, senin için bir yalan günahı yazılacaktı.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 80) buyurmuştu.
İnsan daha ziyade, örnek aldığı kimseye tâbî olmak sûretiyle öğrenir. Ashâb-ı kirâm, Rasûlullah Efendimiz’e tâbî olmak sûretiyle O’nu yakından tanıdı, fazîlette zirveleşti. Mûsâ aleyhisselâmda gittiği Hızır aleyhisselâm-’a:
“(Allah tarafından) sana öğretilen rüşd’ü (hakîkate ulaştıracak ilim ve hikmeti) bana da öğretmen için sana tâbî olabilir miyim?” (el-Kehf, 66) dedi.
Bu bakımdan anne-baba fazîlette örnek olacak ki, o evlât da anne-babaya tâbî olarak fazîlet sahibi olsun.
Çünkü önünde güzel bir örnek bulunan çocuğun ibadet hayatını benimsemesi ve içtimâî hayata adapte olması kolaylaşır. Kendisine değer verilen, düşünceleri dinlenen, duygu ve ihtiyaçları dikkate alınan bir çocuk, anne-babası ile sağlıklı bir iletişim kurar. Nitekim Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in çocuklara selâm verdiğini, hatırlarını sorduğunu, tercihlerini öğrenmek istediğini, yani onları muhatap kabul ettiğini görüyoruz. Yine onlara zaman zaman özel duâlar ettiğini, onlara sır verdiğini, ikramda bulunduğunu, hulâsa; muhabbetle terbiye ettiğini müşâhede ediyoruz.
Hattâ Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem çocuğun yaptığı yanlışları bile onun eğitimi için bir fırsat olarak değerlendirmiş ve kuru kuruya cezalandırmak yerine, bir daha aynı hatayı işlemesini engelleyecek şekilde doğruyu öğretmiştir.
Nitekim bir defasında hurma ağaçlarını taşlayan bir çocuğu yakalayanlar, cezalandırması için onu Sevgili Peygamberimiz’in huzûruna getirmişlerdi. Ama Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem onu azarlamak yerine merhametle;
“–Evlâdım, ağaçları niye taşlıyorsun?” diye sordu.
Karnının aç olduğunu öğrenince de;
“–Hurma ağaçlarını taşlama da altlarına dökülenleri ye.” buyurarak ona doğruyu öğretti. Hattâ başını şefkatle okşadıktan sonra;
“Allâh’ım, bu yavrunun karnını doyur.” diye duâ buyurdu. (Ebû Dâvûd, Cihâd, 85; Tirmizî, Büyû’, 54)
Bir başka seferinde, yemek yerken tabağın içinde elini rasgele dolaştıran Ömer bin Ebû Seleme’nin bu yanlış hareketine müdâhale etmiş, doğrusunu öğretmeyi de ihmal etmeyerek o müşfik sesiyle;
“–Yavrum; besmele çek, sağ elinle ve önünden ye.” buyurmuştur. (Buhârî, Et’ıme, 2; Müslim, Eşribe, 108)
Günümüzde, câhiliyenin modern şekli yaşanıyor. Bu zamanda anne-babalar, evlâtlarıyla daha yakından alâkadar olmalı, onların terbiyesini televizyonun, internetin, sokakların insafına bırakmamalı. Evlâtlarına olan muhabbetleri sebebiyle nasıl dünyevî gıdalarla onların karınlarını doyurmaya çalışıyorlarsa, gönül âlemlerini ihyâ edecek olan mânevî gıdalarını da ihmal etmemelidirler. Bunun için evlâtlarını küçük yaşlarda namaza, infak ve merhamete alıştırmalı, ciddî bir Kurʼân tahsilinden geçirmeli, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’i daha yakından tanıtabilmenin azminde olmalıdırlar.
Velhâsıl, her anne-babanın en mühim mes’ûliyeti, arkasında hâli ve yaşayışıyla İslâm’ı güzel bir sûrette temsil eden, hayru’l-halef bir nesil bırakabilmektir. Bu da Peygamber Efendimizʼin terbiye metoduyla, yani nasihat ve örnek olmak sûretiyle gerçekleştirilebilir. Zira çocuklar, emir ve tembihlerden çok, örnek olma yoluyla eğitilir. Çocuk, duyduğuna ve okuduğuna değil, gördüğüne tâbî olur. Özellikle anne-babasını model alarak kendi davranışlarına istikâmet verir.
Rabbimiz cümlemize, arkamızda râzı ve hoşnûd olacağı bir nesil bırakabilmeyi, lûtf u keremiyle ihsan buyursun.
Âmîn!..
KABENİN KOMŞUSU