EĞİTİM-ÖĞRETİM TÜNELİNDEN İLK ÇIKIŞ

EĞİTİM-ÖĞRETİM TÜNELİNDEN İLK ÇIKIŞ
Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Orhan Yalçın
EĞİTİM-ÖĞRETİM TÜNELİNDEN İLK ÇIKIŞ
EĞİTİM-ÖĞRETİM TÜNELİNDEN İLK ÇIKIŞ
EĞİTİM-ÖĞRETİM TÜNELİNDEN İLK ÇIKIŞ
EĞİTİM-ÖĞRETİM TÜNELİNDEN İLK ÇIKIŞ

 

 

Niğde Ömer Halisdemir Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Orhan Yalçın Beye gençlerin nasıl daha kaliteli eğitim öğretim alabilecekleriyle ilgili görüşlerini sorduk.

 

-Hocam eğitim sistemi fiziken çok iyileşti. Teknolojik cihazlar kullanılıyor. Yeni okullar yapıldı. Hemen her ile üniversite açıldı. Ders kitapları ücretsiz veriliyor. Üniversite harçları kaldırıldı vs. ama gençlerimizin milli ve manevi yapıda eksik olarak yetiştiğini görüyoruz. Bunun sebebini akademisyen olarak siz nasıl değerlendirirsiniz?

 

-Eğitim sisteminde büyük oranda fiziken iyileşmeden maksadın bina, masa ve temel teknolojik cihazlar olduğunu söyleyebilirim. Çünkü bir ilde en önemli liselerden birisi fen liseleridir. Şimdiler de bile bu okullarda laboratuvarlar eksikliği çok fazla. Bazılarında göstermelik ve çok basit deney cihazları var. Bunu sadece bir örnek olarak veriyorum. Bunun benzeri çok sayıda örnek te mevcut. Ayrıca bir ilde başarı sırasına göre okulların şekillenmesinde de hatalar olabiliyor. Üçüncü ve dördüncü sıradaki okullar daha konforlu olabiliyor. Bunu gören gençlik doğal olarak iki kısma ayrılıyor ve başarılı olmalarına rağmen kendilerini ikincil derecede hissediyor. Yirmi yıl öncesine göre gerçekten çok yeni okullar yapıldı ve bunun için emeği geçen herkese teşekkür edilmesi gerekir. Teknolojik cihazlardan maksadın bilgisayar, projeksiyon cihazı, akıllı tahta gibi yapılanmalardır. Oysa çok daha farklı teknik ve teknolojik cihazlar maalesef okullarda bulunmuyor. Şimdilerde çok güzel teknolojik deney setleri mevcut ama okullarımızda yok denecek kadar az.

 

Ders kitaplarının ücretsiz verilmesi harika bir şeydir. Bu konuyu iki ana kısma ayırıyorum. Birincisi madde olarak kitabın basımı ikincisi ise içeriktir. Birincisinde kitapla birinci kalitede, renkli ve ağır kâğıttan yapılıyor. Bunlar çok ağır oluyor ve ortaokul-lise çağındaki çocukların büyük oranda Skolyoz (Omurga Eğriliği) oluştu. İkincisi ise kitapların içeriğidir. Kendi alanımla ilgili kitabı incelediğimde tarafsız görebilmek adına bir de başka bir alandaki profesör arkadaşımdan dinledim. Sonuç aynıydı. İki büyük hata yapılmış. Birincisi yeni konuları kitaba eklerken çok üst düzeyde anlatım olurken maksattan sapmalar olmuş. Diğeri ise kitaplar hâlâ yardımcı kitaplara olan ihtiyacı ortadan kaldırılmamış olmasıdır. 

Üniversite harçlarının kaldırılması çok isabetli ve eğitim-öğretim sürecini tabana yayma adına takdire şayan bir atılımdır. Diğer bir ifadeyle muazzam bir şeydir. Bunun için emeği geçenleri tebrik ve takdir ediyorum. 

Gençlerimiz maalesef milli ve manevi değerlerden yoksun yetişiyor. Bunun iki ana nedeni var. Birincisi Türkiye’de her alanda olduğu gibi eğitim sisteminde ve okulların genelinde öğreten ve hocalar siyasi tarafgirliklerini öğrencilere yansıtırlar ve böyle şekillendirirler. Bu düzeltilmedi. Bunun arka planında yatan neden ise eğitim sistemimizin dayandığı tanımlamadır. Zira bizim eğitim sistemimiz Selâhattin Ertürk’ün tanımına dayanır. Yani “kişilerde/öğrencilerde istendik davranış elde etme süreci”. Bunu doğru bulmuyorum. Türkiye bundan kurtulmalıdır. Zira bu tanım eğitimin İngilizce karşılığı olan education ile çelişmektedir. Bu tanıma göre eğitim (education) bireyin kendi donanımıyla ayakta kalmasına destek olmaktır, bizim anlayışımıza göre bu durum kısır kalmıştır.  

İkincisi ise eğitimde kabuk/kaporta ve öz/motor gibi iki ana omurgayı ortaya koyduğumuzda sistemin genelde kabuk/kaporta ile uğraştığı ortaya çıkıyor. Bu da tamamen dış görünüş ile entegre bir durum olup öz/motor ise esas olandan uzağa düşmektir. Başlangıçta bunun doğru olarak düşünüldüğünü kabul ediyorum ama şimdilerde bunun gençliğe hitap etmediğine de şahit oluyoruz. Eğitim sistemimizin ana omurgasının öz/motor’den çok uzak olduğunu ifade etsek yanlış olmaz. 

Bu nedenle konusunda uzman ekiplerden oluşan bir bilim kurulu bunu rahatlıkla yapabilir. Cumhurbaşkanlığı, Milli Eğitim ve İletişim başkanlığı bunu rahatlıkla yapabilir. Neden yapılmıyor anlayamıyorum. Pandemideki Sağlık Bilim Kurulu gibi Eğitim-Öğretim Bilim Kurulu ile çözülebilir. Burada kurulacak ekip maya, doku, gelenek, adalet ve nitelik odaklı hedefi ön sıralara çıkarabilir. Her geçen gün kaybediyoruz.

 

-Hocam önerileriniz doğrultusunda iyileştirme çalışmaları yapılmaya başlansa, bu sizce ne kadar zaman alır? Önerdiğiniz sistem oturduğunda sonuçlarını ne kadar zamanda alabiliriz?

 

-Türkiye’de konusunda uzman ekip açısından sıkıntı yok. Konusunda uzman çok sayıda kıymetli hocalarımız var. Bir yıl gibi bir sürede bilim kurulu heyeti ana omurgayı oluşturabilir. Bütün okullara doğrudan uygulamaya gerek yoktur ve başarılması da çok zordur. Bu nedenle öncelikli olarak ilkokul birinci sınıfa uygulanacak yeni bir sistem hemen devreye alınmalıdır. Ardından ikinci sınıf diye devam edilebilir. İlkokulda birinci sınıf müfredatı derhal değiştirilmeli ve 2024-2025 eğitim öğretim sisteminde hemen devreye alınmalıdır. Birinci sınıflara uygulanan yeni sistemin çıktıları ile bir önceki sınıfın çıktıları karşılaştırıldığında ne kadar isabetli bir sisteme geçirildiği görülebilir. Buna en basit anlamda bir örnek vermek isterim. İlkokulda sınav yapmak çok isabetli gelmiyor. 

Bizim müfredatlar insan odaklı değil, daha çok insanı bir kalıba sokma odaklıdır. İlk kalıp ilkokul birinci sınıfta ortadan kaldırılmalıdır. Kalıplar kaldırılırken dikkat edilecek husus yerine başka bir kalıp koymamaktır. Maya, doku ve gelenek dayatılmak için yapılacak bir müfredat ta başarılı olmaz. Öğrencilerin, özgür, hür, adalet ve çalışmasının karşılığını görecek şekilde koruyucu ve gençliği ayakta tutacak müfredat olmalıdır. 

İlkokul birinci sınıflar için hazırlanan ve başarılı olan sistem ilerleyen yıllarda ortaokul ve lise müfredatlarıyla birlikte 5 yıl içerisinde bütün aksaklıklar ortadan kaldırılabilir bir sistem ortaya konur. Beklenilen en iyi sonuç yeni sistemin ilk uygulandığı ilkokul öğrencilerin liseden mezun olmasıyla ortaya çıkacaktır. 

 

-Hocam kalıp derken öğrencilerin yapısı ve yetenekleri doğrultusunda değil de örneğin sayısal yeteneği olan çocuğun sözelde ya da sözelde yetenekli çocuğun sayısalda da aynı başarıyı göstermesi için baskı kurmak olarak düşünebilir miyiz? Yeteneği doğrultusunda eğitimine ağırlık verilmesi daha kaliteli sonuçlar doğurur mu?

 

-Kalıp konusunu iki ana gruba ayırmalıyız. Birincisi sizin ifade ettiğiniz üzere; sayısal yeteneği olan çocuğun sözelde ya da sözelde yetenekli çocuğun sayısalda da başarı göstermesi için baskı kurmaktır. Ya da istemediği yere aile başta olmak üzere çevrenin öğrenci üzerindeki baskısı olarak düşünebiliriz. Bu yanlış durum dünyanın kabul ettiği genel bir hata olarak görülmektedir. Bizim de bundan derhal vazgeçmemiz gerekir. 

Kalıptan ikinci maksat ise eğitim sistemindeki tanımdan kaynaklanan “kişilerde istendik davranış sürecini” eylem olarak gösterecek öğrencinin doğuştan gelen hür, özgür, adalet ve güvenme duygusunu törpüleyen formel ve informel ideolojik ve tarafgirlik kalıpları olarak görmek gerekir. Çünkü bizim ülkemizde maalesef formel ve informel ideoloji ve kalıplar birbiriyle uyumlu değil ve çatışmalı bir yol alıyor. Bunun en güzel bakışı insanın fıtratına uygun eğitim-öğretim olmalıdır diyoruz. Buna education uyarken bizim eğitim-öğretim sistemi çok dar çerçevede kalıyor. Normal şartlarda biz ve bizim gibi ülkelerin bu pencereden daha ufuk açısı olması beklenir. Ancak batı taklitçiliği eğitim-öğretiminde merkezinde yer alıyor. 

Her iki kalıp kırılır ve sizin de ifade buyurduğunuz gibi, yeteneği doğrultusunda eğitimine ağırlık verilmesi daha kaliteli sonuçlar doğuracağından hiç şüphe edilmemelidir. Ayrıca üniversitelerde de bundan böyle dördüncü sanayi devrimi çerçevesince disiplinler arası çalışmalara kapı aralanmalıdır. 

 

-Hocam üniversitelerde disiplinler arası çalışmalar ve dördüncü sanayi devrimi yapılanma hakkında bilgi verebilir misiniz?

 

-Dördüncü sanayi devrimi ülkenin önündeki en kritik eşiklerden birisidir. Buna göre dördüncü sanayi devrimini başarmış bir Türkiye hiç olmadığı kadar çok güçlü bir ülke olacaktır. Eğer bu başarılamaz ise sıradan ülke olmak durumunda kalır. Dördüncü sanayi devriminin iki ana omurgası vardır. Birincisi dijital (yapay zekâ) teknoloji, diğeri ise nanoteknolojidir. Türkiye savunma sanayinde gösterdiği gelişme ve atılım ile müthiş bir dijital teknoloji devrimi gerçekleştirdi. Bunun sürdürülebilir ve kalıcı olması zorunludur. Bu durumun nanoteknoloji ve biyoteknoloji gibi alanlarda da olması gerekir. Çünkü sanayi devrimi her alanda toplu gerçekleşebilecek bir durumdur. Türkiye bu aşamada yüzde elliden fazla başarılı durumdadır. Ancak bu iyimser tablo tamam, her şey oldu dördüncü sanayi devrimi başarıldı olarak ta yorumlanamaz. Bu durum disiplinler arası çalışmayı zorunlu kılıyor. 

Öğretim sistemimiz disiplinler arası ve dördüncü sanayi devrimi yapılanmadan biraz uzak duruyor. Dünya, sosyal ve fen alanında disiplinler arası çalışmalar ile yol alırken bizde disiplinler arası çalışmalar yeni yeni konuşulmaya başlanıyor. Eğitim para kazanma yeri olarak görülmekten ivedilikle çıkarılmalıdır. Bir dönem mecburen ikinci öğretim tatbik edilmiş, şimdi bunların hemen kaldırılması gerekir. Bir de üniversiteler arasında akademik geçişler olmadığı kadar katı ve kast sistemi ile donatılmış. Bu durum da üniversitelerimizi çok geri bırakıyor. Batıda sosyal ve fen alanlarında geçişli bir disiplinler arası çalışmalar mevcut iken Türkiye’de sosyal ve fen alanların kendi içerisinde bile disiplinler arası çalışmalar yok denecek kadar azdır. Bu pencereden bakıldığında geçmişte başarılamamış ilk üç sanayi devrimini bekleyen tehlike Türkiye’de geçmiş değil. Disiplinler arası çalışma batıda ekonomik ve maddi kazanç sağlarken, Türkiye gibi ülkelerde hem ekonomik hem de medeniyet açısından yeni pencerelerin, yeni ufukların açılmasına vesile olacaktır. Medeniyet/kültür açısından disiplinler arası çalışmalar her defasında bizim kültürümüze, bizim bakışımıza hizmet eden bir düzlemde yer alıyor. Çünkü biz eserden, eser sahibine gitmek isteriz. Bu batıda yoktur.  

 

-Hocam dördüncü sanayi devrimi, disiplinler arası çalışma ve yapay zekâ (dijital teknolojiyi) gibi çalışmaları gençlerimizin milli ve manevi yapıda eksik olarak yetiştiğini düzlemde hangi düzlemde görmeliyiz.

 

-Asırlardır biliyoruz ki, bilim/ilim nerde olursa alınması gereken bir durumdur. Bu toplumumuz tarafından içselleştirilmiş güzel bir bakıştır. Bilimsel bakışı alalım derken batı hayranlığı ve kaporta/kabuk öne çıkıyor. Yani giyinmek, gündelik işler, para, makam, şan şöhret gibi işler ithal ediliyor. Çevremize ve şehirlerimize bir bakalım, insanlarımız tek tipleşti. Gençlik para kazanmak, zengin olmak, ev ve arsa sahibi olmayı hedefliyor. Çünkü gençliğe çevresi tarafından eylem olarak bunlar örnek gösteriliyor. Gençlik söylenene değil yapılana bakar. İnsan fıtratı da böyledir. Suç gençlikte ve gençlerde değil, onlara örnek olan büyüklerdedir. 

Para kazanmak, zengin olmak elbette kötü bir şey değil ama araç olması gereken bu gibi veriler amaç olmuşsa panzehir olsun istenirken gençlik zehirlenebilir. Geçmişte çekilen ekonomik sıkıntılar biraz rahata erişildiğinde nereye gittiğini görüyoruz. Şehirlerimizde kütüphane kalmadı. Cadde ve sokaklarımız yabancı tabelalarla doldu. Bu son yıllarda en yüksek düzeyde olsa da geçmişte sıkıntısı çekilen durumların bir yansıması olarak görmek gerekir.

Disiplinler arası çalışma bize şunu gösteriyor. Bilimin nereye konulacağı ve bizim gibi ülkelerin bilime nasıl bakması gerektiğini açık ediyor. Bu şu anlama geliyor. Bilim tanımı kısa ve dar çerçevedeki batı tanımıyla bizim gibi ülkelere dar geliyor aslında. Bizim gibi ülkelerin bilimsel çalışmalara katkımız az olduğunda batı taklitçiliği ve doğrudan bilim ithali öne geçiyor. Onlar öne geçince gençlik te onları ve içeride onlar gibi olanları örnek alıyor. 

 

-Hocam bilimin bize dar gelmesini biraz açar mısınız?

 

-Batıdan doğrudan ithal edilen bilim, gençliği ve fikir dünyamızı dolayısıyla da hayatı şekillendiriyor. Batıdan olduğu gibi alınan her şey batılı gibi bir hayatı da dayatıyor. Nedensellik, sebep-sonuç ilişkisi, deizm, ateizm buradan kaynaklanıyor. 

Bilim belli bir olayın belli bir kısmını alır ve inceler. Bu tanım bize dar. Bizim için bilim; bilinen ile bilenin arasındaki her şey demektir. Dolayısıyla disiplinler arası çalışmalar ve dördüncü sanayi devrimi bizim külli bir bilim/ilim çerçevesine bakmamızı gerekli kılıyor. Zira atom için gerekli olan matematiksel formülasyon ne ise evren için de odur. Yani büyük evren ne ise insan da odur. Bu birlikteliği, benzerliği batı kabul edemiyor. Çünkü anlam çerçeveleri dar. Bizde ise küçük âlemde insan, büyük âlemde evren birdir. Bu birliktelik fizik evren ile metafizik evren arasında bağ kurmayı gerektirir. Müslüman bu bakışı kazanmak zorundadır. Çünkü Yüce Bir Yaratıcı’yı tanıtan üç yoldan birisi evren ve bilimdir. Bu bakışa gömlek giydirmemiz gerekiyor. Bugün özellikle İlahiyat fakültelerinde en azından birinci sınıfta matematik, fizik, kimya, biyoloji ve insan anatomisi gibi dersler okutulmalıdır. Tersinden mühendislik, fen, edebiyat, Tıp ve Hukuk gibi fakültelerde ise vahiy ilimleri okutulmalıdır.   

İnsan akıl/dil ve kalp ikilemi üzerinde öne çıkar. Diğer bir ifadeyle madde ve mânâ yönü vardır. Madde ise mânâ ile ayakta durur. Bugün batı dünyası sadece madde (para, makam, otomobil, arsa, …) üzerine ilerlediğinden tek kanatlıdır. Mânâ ise varlığın sürekliliğini daim eyler. Tarihe baktığımızda nice zenginler, nice krallar gelip geçmiş ama akılda kalan topluma yararlı olan ilim, bilim insanları ve mânâ erleri olmuştur. Sadece madde düşünmek nefis hesabına olur, neslin madde-mânâ ikileminde düşünülmesi ise eşsiz bir eser olan insan yetiştirmenin yoludur. 

 

Sonuç olarak biz maddeyi (bilim) ayakta tutan mânâ (ilim, maya, doku ve gelenek) yolunu da aktif eyleyebilirsek gençliğin milli ve manevi yapıda eksik olmayacağını ve dedelerinden daha ileri düzeye erişeceklerinden şüphe olmamalıdır. Şimdilerde gençlik bizim ama fikir, hayal ve olma tarlalarını batı sürüyor. Bu durumdan acilen vazgeçilmeli ve kendi yolumuzu çizmeliyiz. Eğitim-öğretim sistemimiz madde-mânâ dengesinde ve kabuk-öz geçişinde bir denge de kurulmalıdır. Müfredat buna göre yeniden güncellenmeli, eğitim/öğretimin merkezine kalıplar yerine insan (gençlik) oturtulmalıdır.

 

-Hocam verdiğiniz bilgiler ve öneriler için teşekkürler.

 

-Ben de teşekkür ederim.