ÇOCUKKEN SEVMİŞTİM SENİ EY YARİM NEDEN BIRAKTIN BENİ

ÇOCUKKEN SEVMİŞTİM SENİ EY YARİM NEDEN BIRAKTIN BENİ

Çocukken sevmiştim seni. 

​Ey yarim! Neden bıraktın beni?

Maşuk aşığın aynasıdır. 

Ben kendimi seninle tanımlarım.

Artık yaşlı bir adamım. Sense hâlâ genç!

 

Çocukken aynı köydeydik. Aynı okula giderdik. Yolda ve derste gözlerim hep senin üstündeydi. Büyümeyi sana kavuşmak, seninle evlenmek için isterdim.

Birkaç sene başka bir şehirde yaşadın. Seni nasıl özlediğimi nasıl acı çektiğimi bilemezsin. Köyün tüm yollarında, her yerde, nereye baksam hep seni hatırladım. Güzel çiçekleri altın saçlarına taktığımı hayal ederdim. Güzel elbiseleri gördüğümde güzel yarime alırım diye düşünürdüm. 

Ah memleketimizin o eşsiz yeşilliği! Senin Zümrüt gözlerini hatırlatırdı. 

Büyüdük. Derken bir gün geldin. Tekrar bizim köyümüzdeydin. Benim için bayramdı. Tuttum annemle babamın elinden size gittik. İsteyeceksiniz bu kızı bana dedim. İstediler. Sen de babanı ikna ettin ve benimle evlendin. Dünyalar benim olmuştu.

Fakirdim. Çok fakirdim. Sana giydirmeye güzel elbiseler alamazdım. Seni yaşatacak güzel bir ev döşeyemezdim ama birbirimizi çok seviyorduk. Bu bize yeterdi.

Seninle güzel ve yeni bir hayat kurmak için Ankara'ya gittik. Çok mutluyduk. Ne güzel günlerimiz vardı. Sen bizim yavrumuzu taşıyordun. Askerlik emrim geldi. Sizi bir başınıza Ankara'da bırakamazdım ki. Köye döndük.

Aylar geçti. Yavrumuzun doğumunu ebe olan annem ve ben yaptırdık. Doğar doğmaz öptüm onu. O Allah'ın bize hediyesiydi.

7 ay sonra kızımız baba demeye başladı. Gitmem gerekiyordu. Vatani görevim olmasa sizi hiç bırakır mıydım? 

Ah Kıbrıs!

Aklımda hayalimde sen. Zaman çok yavaş. Senin bana yazdığın mektupları hep sinemin üstünde taşıdım. Fırsat buldukça tekrar tekrar okudum. Bekle, sabret sevdiğim. Geleceğim. Bir daha da hiç ayrılmayacağız.

20 ay geçti. Vatani görevim bitti. Yollar çok uzun. Belki zaman daha çabuk geçer diye arada uyumaya çalışıyordum. Rüyalarımda gene sen. Bitmiyordu sanki yollar. 

Sonunda köyümüze geldim. Koşarak yanına gittim. Annem, babam, kardeşlerim. Tabi ki sen ve kızımız. Kavuştuk çok şükür. Artık hayalinle ve rüyalarla avunmak yok. Gerçekten sen varsın. Söz! Bir daha hiç ayrılmayacağız.

Köyde yaşam çok zor. Sen kızımızı okutalım, mesleği ve güzel bir geleceği olsun istedin. Beraber Ankara'ya gittik. 

Hiç bir şeyimiz yoktu. Bir ev kiraladık. Geceleri kıyafetlerimizi kızımızın altına ve üstüne sererdik. Çalışmaya başladım. Var gücümle çalışıp size bakacaktım. Yavaş yavaş temel ihtiyaçları almaya başladık. Öğle molalarında iş arkadaşlarım dinlenip, yemek yerken ben koşarak sizin yanınıza gelirdim. Ben sizi görmeden yapamazdım. Sen terli ve yorgun halime üzülür, sırtıma havlu koyardın. Kendi yaptığın yemeklerden getirirdin. Hiç bir yemek senin yaptıkların gibi olamazdı. Kısa bir süre sonra mola biter ben koşarak işe yetişirdim.

Zamanla bir oğlumuz ve bir kızımız daha oldu. Mutluluğumuz katlandıkça katlandı. Tüm ideallerimiz onları büyütüp, okutmak üzerineydi. Zor hayat şartlarında birbirimize kenetlendik. Beraber çok mücadele ettik. Sen ve ben değildik. İki ayrı kişi değildik. İkimiz tek kişiydik. Sen de çok çalıştın, çabaladın.

Çocuklarımızın büyümesini, okumasını izlemek güzeldi. Her biri için ayrı hayallerimiz vardı.

Zaman bizden birşeyler götürüyordu. Artık bazı sağlık sorunlarımız vardı.

O kara gün geldi. 

İşteydim. Dayanılmaz migren ağrısı tuttu. Hastaneye gittim. Vizite kağıdı olmadan bakılmıyordu. Seni aradım. Evden getirmeni istedim. Ben seni beklerken sedyede seni getirdiler. Kanlar içindeydin. Araba çarpmış. Çantandaki vizite kağıdından iş yerimi aramışlar. Patronlarım geldi. Bu sefer seni tedavi etmek için benden vizite kağıdı istendi. Taksiyle gittim eve. Aldım geldim. Ameliyata alındın. Yoğun bakımdaydın. 5 ünite kan buldum sana. Uyanırsan bizi ararsın diye o zamanlar cep telefonları yeni çıkmıştı. Sana bir telefon aldım.

Hergün umutla uyanmanı bekledik. Sen beni ve çocuklarımızı bırakıp gitmezdin. Hep iyi haberlerini bekledik. Hastanede seni bekledim. Bir gece doktorlar beni çağırdı. Biraz tedirgin olarak gittim. Uyandı, kendine geldi demelerini çok istedim. Seni kaybettiğimizi söylediler. Dünyam başıma yıkıldı. Bana birşeyler oluyordu. Felç geleceğini hissettim. Doktorlar ilaçlar verdiler. Müdahale ettiler. Hastaneden eve geldim. Çocuklarımızı çağırdım. Hepsi merak ve umutla yanıma geldiler. Annenizi kaybettik dedim. Ağlamalar, feryatlar yükseldi. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ben her kötü durumda sana sığınır, seninle teselli bulurdum. Şimdi ne yapacaktım?

Gencecik sevdiğimi toprağın kucağına verdim. 

 

Erkekler sevmez sanılır. Ben seni çok ama çok sevdim. 

Benimle fakir ve çileli bir hayata katlandığın için kalbimde burukluk, içimde geçmeyen bir hüzün var. 

Bir erkek hüznünü paylaşamaz. Dertleşemez. Ağlayamaz. Sen beni de yetim bıraktın.

Keşke seni hiç aramasaydım. Hiç çağırmasaydım. Sen benim için hayatını kaybettin. Ömür boyu vicdan azabı duyuyorum.

Tam 24 yıl oldu. Artık yaşlı bir adamım. Sense hâlâ genç. O kucağına yatırıp okşadığın siyah saçlarım döküldü. Az bir miktar kaldı. Onlar da beyaz. Bilirim sen beni ihtiyar halimle de seversin. Beraber yaşlanacaktık. Olmadı. 

Başucuna diktiğim selvi fidanı göğü delecek kadar ulu bir ağaç oldu.  Sen de ulu ve azizdin.  

 

Sana sarılamıyorum. Mezar taşlarını nazikçe yıkayıp, temizliyorum. Çiçeklerine su veriyorum.

Rüyalarıma gelmeye devam et olur mu? 

Ahirette sana tekrar kavuşma umudundayım.

 

Gönül ferman dinlemiyor işte.