MESCİD-i NEBEVİNİN AYDINLANMASI

MESCİD-i NEBEVİNİN AYDINLANMASI

Mescid-i Nebevi’yi elektrikle ilk olarak sultan Abdülhamid Han aydınlattı.

Osmanlı arşivlerinde yer alan bir belgeye göre, Mescid-i Nebevi, Osmanlı padişahı 2. Abdülhamid döneminde ziyaretçilere kolaylık sağlanması için ampulün icadından kısa süre sonra 1908’de elektrikle aydınlatılmaya başlanmıştır.

Medine'nin ilk zamanlarda hurma dallarının demet şeklinde bir araya getirilip yakılmasıyla aydınlatıldığını yazılmaktadır. Suriye'den gelen yağ ve kandilin çok beğenilmesi üzerine Mescid-i Nebevi'nin aydınlatılması işi Temim Ed-Dari'nin kölesi tarafından üstlenilmiş. Daha sonra da Hazreti Ömer zamanında Harem-i Şerif'e büyük kandiller asılarak, buhurdanlıklar yerleştirilmiş. Sonraki zamanlarda ise mum, fener ve meşale için devlet bütçesinden ödenek ayrılmıştır.

MEDİNE’ye ÖNCE DEMİRYOLU SONRA ELEKTRİK GETİRİLMİŞTİR.

Osmanlı Devleti'nin hac ve umre yapmak için kutsal toprakları ziyarete gidenlere her zaman kolaylık sağlamak adına devletin son zamanlarında dahi bunu devam ettiren Sultan İkinci Abdülhamid Han, 1908 yılında İstanbul'dan Medine'ye demir yolu döşeterek, ulaşım sorununu çözmüş.

Padişah, aynı sene Medine halkı için elektrik sisteminin kurulması emrini vermiş. Bu emir kapsamında, yine Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın inşasını başlattığı Hicaz Demiryolu'nun açıldığı sene olan 1908'de, Mescid-i Nebevi'de ziyaretçiler için büyük bir kolaylık daha sağlanmış ve bu mukaddes mekân ilk defa elektrikle aydınlatılmıştır.

Osmanlı Devleti, mukaddes beldelerin muhafızlığını ve hizmetkârlığını yapmaya başladığı günden son ana kadar bu vazifesini büyük bir ihtimam ve hürmetle yürütmüştür. Hacıların rahat ve güvenli bir şekilde mukaddes topraklara ulaşmasını sağlayan Hicaz Demiryolu, bunun en güzel misallerindendir. Hicaz Demiryolu’yla Medine Harem-i Şerifi’ne gelen ziyaretçilerin rahat etmesi için 1908 yılında bu mukaddes mekân yeni bir teknolojiyle de buluşturulup, burada ilk defa elektrik kullanılmaya başlanmıştır.

Medine-i Münevvere Harem-i Şerifi’nin elektrikle aydınlatılması bizzat İkinci Abdülhamid Han’ın iradesiyle olmuştur. Darü’l-Bizafiye mevkiinde kurulacak olan elektrik binası için gerekli personel ve aletlerin hazır bulundurulduğu anlatılmıştır.

Muharrem-i Şerif’in 10’u, yani aşure günü tertip edilen elektrik binasının temel atma merasimine Hicaz Demiryolu İnşaat ve Muamelat Nazırı Müşir Kazım Paşa’nın yanı sıra sancak ileri gelenleri, seyyidler ve âlimler de iştirak etmişlerdir. Merasimde Halife-i Müslimîn Sultan İkinci Abdülhamid Han’a dualar edilmiştir.

Vesikada şöyle denilmektedir.

“Sadrazam Hazretlerinin Yüce Makamına, “Medine-i Münevvere Harem-i Şerifi’nin elektrikle aydınlatılması padişah hazretlerinin emir ve fermanı icabı olduğundan ihtiyaç duyulan personel ile alet-edevat için kullanılacak binanın Darü’lBizâfiye mevkiinde ilk hazırlıklarının yapıldığı ifade edilmiştir. Muharrem’in onuncu günü Hicaz Demiryolu İnşaat ve Muamelat Nazırı Müşir Kazım Paşa ile sancak ileri gelenleri, seyyidler, âlimler ve binlerce ahali hazır oldukları hâlde temel atma merasimi icra olunmuştur. Bu vesileyle de oradakiler tarafından Halife Hazretleri için tekrar tekrar dualar edilmiştir.

Cennet-mekan Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın bu muazzam hizmeti tarih sahnesine altın yaldızlı harflerle yazılması elzemdir. Sultan'ın "Haremeyn'e elektrik gelmeden payitahta elektrik getirmem" bu veciz sözü; dedesi Yavuz Sultan Selim Han'dan beri Hadimü'l Haremeyn şuurunun devam ettirildiğinin bir göstergesidir. Ehl-i Sünnet itikadının muhafızlığını yapan ecdadımız her yaptığı hizmeti gösteriş için değil aksine Allah rızası için yapmışlardır.

Nitekim Yavuz Sultan Selim Han, Mekke-i Mükerreme'yi ve Medine-i Münevvere'yi Osmanlı topraklarına kattığı zaman payitahta gece girmiştir ki aman nefse mağlup olmayalım gururlanmayalım diye...

İşte bakınız şimdi onun kanından gelen bir Hakan-ı ulvi, Hacıların daha rahat ziyaret yapabilmesi için zamanın teknolojisini hizmet için kullanılır hale getirtmiştir. Mübarek beldelere yapılan her bir hizmet yanlış yorumlanan ecdadımızın gerçek kimliğini ayan beyan gün yüzüne çıkarmaktadır. Bu sebeple denilmesin ki! Osmanlı teknolojiden ve muasırlaşmadan uzak kaldı...

Her daim yenilikçi olunmuş ve zamanın imkanları değerlendirilmiş elektrik, telefon, telgraf ve araba gibi vasıtalar Osmanlı hayatının içinde yer almaya başlamıştır. Bunun bir misali de işte bu vesikadır. 

Cenab-ı Hak, şerefle yad ettiğimiz ecdadımızı hakkıyla anlamayı ve tehir edilmiş olan saygıyı, hürmeti ve tazimi göstermeyi bizlere nasip etsin...

KABENİN KOMŞUSU